Bengu
New member
Zenginler Hangi Marka Giyer? Toplumsal Cinsiyet, Irk ve Sınıf Üzerinden Bir Bakış
Bir gün bir kafede otururken yan masada Louis Vuitton çantasıyla kahvesini yudumlayan bir kadını fark ettim. Onun markası, oturuşu, bakışları bile bir “sosyal sınıf” hikâyesi anlatıyordu. Bu sahne, belki de “zenginler hangi marka giyer?” sorusunun ötesinde bir şeydi: “Zenginlik nasıl görünür, kimlere yakışır, kimler erişebilir?” sorusuydu. Moda, yalnızca giyim değil; güç, kimlik ve görünürlük üzerinden şekillenen bir toplumsal sistemdir.
Sınıfın Giydiği: Marka, Kimlik ve Ayrışma
Pierre Bourdieu’nün “Distinction” (Ayrım) adlı eserinde belirttiği gibi, giyim tarzı sınıfsal farklılıkların bir dilidir. Zenginler, sadece ekonomik güçleriyle değil, kültürel sermayeleriyle de ayrışırlar. Gucci, Hermès, Chanel veya Prada gibi markalar, yalnızca kalite değil, sembolik bir anlam taşır: “Ben bu sınıfa aidim.” Ancak bu aidiyet sadece ekonomik değildir; eğitim, zevk, estetik anlayış gibi “görünmez sermayeler”le desteklenir.
Sosyolog Thorstein Veblen’in “gösterişçi tüketim” kavramı da burada devreye girer. Lüks markalar, ihtiyaçtan çok statü göstergesidir. Örneğin, zengin bir bireyin aynı kalitedeki isimsiz bir çantayı değil de Dior tercih etmesi, bir “sınıf kimliği beyanıdır.” Bu, görünürlüğün ekonomiyle kesiştiği noktadır.
Toplumsal Cinsiyetin Modaya Dokunuşu
Kadınlar ve erkekler lüks tüketime farklı biçimlerde yaklaşır çünkü toplumsal cinsiyet rolleri tüketim biçimlerini şekillendirir. Kadınlar için moda, tarihsel olarak “temsil” alanı olmuştur. Kadınların dış görünüşleriyle değerlendirildiği bir toplumda, marka giyimi sosyal kabulün bir anahtarı hâline gelir. Psikolog Naomi Wolf’un Güzellik Miti’nde belirttiği gibi, kadınlar üzerindeki estetik baskı, ekonomik statüyle birleştiğinde “görünürlük yükü”nü artırır. Birçok kadın için markalar, sadece güzellik değil, güvenlik ve ciddiyet algısı da sağlar.
Erkeklerde ise durum farklı işler. Erkeklerin moda tercihi genellikle “gösterişsiz güç” ile ilişkilidir. Örneğin, milyarderlerin sade siyah tişörtleri veya logodan kaçınan seçimleri, “benim gücüm zaten biliniyor” mesajı taşır. Bu, sosyolog Erving Goffman’ın “benliğin sunumu” teorisiyle açıklanabilir: erkekler için lüks, sessiz bir statü ifadesidir. Kadınlar görünürlük üzerinden tanınmak zorundayken, erkekler görünmezlikle güç kazanabilir.
Yine de genellemeden kaçmak gerekir. Örneğin, genç kuşak erkekler (özellikle influencer veya müzisyenler), modayı bir ifade biçimi olarak sahipleniyor. Balenciaga veya Off-White gibi markalar, erkeksi güç yerine yaratıcı özgürlüğü temsil etmeye başladı. Bu dönüşüm, toplumsal cinsiyet rollerinin değiştiğini de gösteriyor.
Irk ve Kültürel Sermayenin Gölgesinde Moda
Moda, ırk eşitsizliklerinden bağımsız değildir. Siyah veya Asyalı modellerin uzun süre “lüks markaların yüzü” olamaması, bu sektörün beyazlık merkezli yapısını ortaya koyar. Araştırmalar, Batı merkezli moda markalarının kültürel temsiliyette ciddi bir dengesizlik taşıdığını gösteriyor. 2018’de yapılan Fashion Spot Diversity Report’a göre, defilelerde yer alan modellerin %70’i hâlâ beyazdı.
Ancak bu tablo değişmeye başladı. Rihanna’nın Fenty markası, lüksü kapsayıcı hâle getirerek sadece modada değil, sosyal algıda da devrim yarattı. Yine Beyoncé’nin Ivy Park koleksiyonu, siyah kimliğin güçlü bir temsilini sunuyor. Bu örnekler, “zenginlik” kavramının artık sadece beyaz elitlerin değil, çok kültürlü bir dünyanın da sesi olabileceğini gösteriyor.
Sosyal Medya: Zenginliğin Demokratikleştiği mi, Simüle Edildiği mi?
Instagram çağında herkes biraz “zengin gibi” giyinebiliyor. Taklit markalar, kiralık lüks ürünler veya “dupe” kültürü, sınıf sınırlarını görsel olarak bulanıklaştırıyor. Ancak bu demokratikleşme yanıltıcıdır; çünkü asıl güç hâlâ mülkiyettedir. Bir kişi Chanel çanta kiralayabilir ama Chanel hissedarı değildir. Böylece tüketim biçimi, ekonomik gerçeği gizleyen bir performansa dönüşür.
Bu durum özellikle genç kadınlarda baskı yaratır. “Influencer estetiği” adı verilen bu görünüm, markalı giyinmeyi “normal” hâle getirir. Kadınlar, sosyal medyada yer bulabilmek için ekonomik sınırlarını zorlayabilir. Bu, görünüşte özgürlük gibi görünse de aslında sistemin yeniden üretimidir. Zenginlik estetiği, alt sınıfları “taklitçi” konumuna iter.
Erkeklerin Çözüm Odaklı Yaklaşımı: Erişimi Dönüştürmek
Bazı erkekler, özellikle iş dünyasında, modayı statü değil, fırsat eşitliği aracı olarak görmeye başladı. Sosyal girişimci Patrick Grant’in öncülük ettiği “Community Clothing” gibi projeler, kaliteyi ulaşılabilir kılmayı hedefliyor. Bu yaklaşım, markayı “sınıfsal bariyer” olmaktan çıkarıp “sürdürülebilir değer”e dönüştürüyor. Moda artık sadece zenginlerin değil, adil üretim zincirlerinin meselesi olmalı.
Benzer şekilde, erkeklerin minimalist tarzı da bir direnç biçimi olabilir. Gösterişten uzak, etik üretim tercihleri; “moda = statü” anlayışını sorgular. Bu duruş, kadınların üzerindeki “görünme baskısı”na da dolaylı bir destek sağlar. Erişim ve adalet kavramları, lüksün geleceğini yeniden tanımlayabilir.
Peki, Moda Gerçekten Kime Hizmet Ediyor?
Zenginlerin hangi markayı giydiği, aslında toplumun kime değer verdiğini gösterir. Bir markanın fiyat etiketi, çoğu zaman bir kimlik bedelidir. Moda, eşitsizlikleri görünmez kılarken aynı zamanda onları estetikleştirir. Ancak her nesil, bu görünürlüğü yeniden tanımlar. Bugün bir genç, ikinci el Prada giyip “anti-lüks” bir mesaj verebilir; bir kadın, yerel bir tasarımcıyı seçerek “dayanışma”yı moda hâline getirebilir.
Toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf birbirine dokunan üç çizgidir; markalar bu çizgilerin arasında dolaşırken, bireyler kendi hikâyelerini yazar. Belki de asıl soru şudur: “Gerçek zenginlik, markada mı yoksa temsil ettiği dünyayı değiştirme cesaretinde mi?”
Tartışma için Sorular:
- Sizce marka giyimi, kimlik inşasında ne kadar belirleyici?
- Lüks tüketim, toplumda sınıf farklarını azaltır mı yoksa derinleştirir mi?
- Erkeklerin sade, kadınların ise gösterişli giyinmesinin ardında hangi tarihsel baskılar yatıyor?
- Sosyal medya çağında “zenginlik” ne kadar sahici?
Kaynaklar ve Notlar:
- Pierre Bourdieu, Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste (1984)
- Thorstein Veblen, The Theory of the Leisure Class (1899)
- Naomi Wolf, The Beauty Myth (1990)
- The Fashion Spot Diversity Report (2018)
- Rihanna, Fenty markası üzerine Vogue röportajı (2019)
Kişisel not: Gözlemlediğim her markalı çanta, her sade tişört aslında bir “hikâye” taşıyor. Kimileri için koruma, kimileri için meydan okuma. Belki de hepimizin giysileri, bu sistemde kendi yerimizi bulma çabamızın bir yansıması.
Bir gün bir kafede otururken yan masada Louis Vuitton çantasıyla kahvesini yudumlayan bir kadını fark ettim. Onun markası, oturuşu, bakışları bile bir “sosyal sınıf” hikâyesi anlatıyordu. Bu sahne, belki de “zenginler hangi marka giyer?” sorusunun ötesinde bir şeydi: “Zenginlik nasıl görünür, kimlere yakışır, kimler erişebilir?” sorusuydu. Moda, yalnızca giyim değil; güç, kimlik ve görünürlük üzerinden şekillenen bir toplumsal sistemdir.
Sınıfın Giydiği: Marka, Kimlik ve Ayrışma
Pierre Bourdieu’nün “Distinction” (Ayrım) adlı eserinde belirttiği gibi, giyim tarzı sınıfsal farklılıkların bir dilidir. Zenginler, sadece ekonomik güçleriyle değil, kültürel sermayeleriyle de ayrışırlar. Gucci, Hermès, Chanel veya Prada gibi markalar, yalnızca kalite değil, sembolik bir anlam taşır: “Ben bu sınıfa aidim.” Ancak bu aidiyet sadece ekonomik değildir; eğitim, zevk, estetik anlayış gibi “görünmez sermayeler”le desteklenir.
Sosyolog Thorstein Veblen’in “gösterişçi tüketim” kavramı da burada devreye girer. Lüks markalar, ihtiyaçtan çok statü göstergesidir. Örneğin, zengin bir bireyin aynı kalitedeki isimsiz bir çantayı değil de Dior tercih etmesi, bir “sınıf kimliği beyanıdır.” Bu, görünürlüğün ekonomiyle kesiştiği noktadır.
Toplumsal Cinsiyetin Modaya Dokunuşu
Kadınlar ve erkekler lüks tüketime farklı biçimlerde yaklaşır çünkü toplumsal cinsiyet rolleri tüketim biçimlerini şekillendirir. Kadınlar için moda, tarihsel olarak “temsil” alanı olmuştur. Kadınların dış görünüşleriyle değerlendirildiği bir toplumda, marka giyimi sosyal kabulün bir anahtarı hâline gelir. Psikolog Naomi Wolf’un Güzellik Miti’nde belirttiği gibi, kadınlar üzerindeki estetik baskı, ekonomik statüyle birleştiğinde “görünürlük yükü”nü artırır. Birçok kadın için markalar, sadece güzellik değil, güvenlik ve ciddiyet algısı da sağlar.
Erkeklerde ise durum farklı işler. Erkeklerin moda tercihi genellikle “gösterişsiz güç” ile ilişkilidir. Örneğin, milyarderlerin sade siyah tişörtleri veya logodan kaçınan seçimleri, “benim gücüm zaten biliniyor” mesajı taşır. Bu, sosyolog Erving Goffman’ın “benliğin sunumu” teorisiyle açıklanabilir: erkekler için lüks, sessiz bir statü ifadesidir. Kadınlar görünürlük üzerinden tanınmak zorundayken, erkekler görünmezlikle güç kazanabilir.
Yine de genellemeden kaçmak gerekir. Örneğin, genç kuşak erkekler (özellikle influencer veya müzisyenler), modayı bir ifade biçimi olarak sahipleniyor. Balenciaga veya Off-White gibi markalar, erkeksi güç yerine yaratıcı özgürlüğü temsil etmeye başladı. Bu dönüşüm, toplumsal cinsiyet rollerinin değiştiğini de gösteriyor.
Irk ve Kültürel Sermayenin Gölgesinde Moda
Moda, ırk eşitsizliklerinden bağımsız değildir. Siyah veya Asyalı modellerin uzun süre “lüks markaların yüzü” olamaması, bu sektörün beyazlık merkezli yapısını ortaya koyar. Araştırmalar, Batı merkezli moda markalarının kültürel temsiliyette ciddi bir dengesizlik taşıdığını gösteriyor. 2018’de yapılan Fashion Spot Diversity Report’a göre, defilelerde yer alan modellerin %70’i hâlâ beyazdı.
Ancak bu tablo değişmeye başladı. Rihanna’nın Fenty markası, lüksü kapsayıcı hâle getirerek sadece modada değil, sosyal algıda da devrim yarattı. Yine Beyoncé’nin Ivy Park koleksiyonu, siyah kimliğin güçlü bir temsilini sunuyor. Bu örnekler, “zenginlik” kavramının artık sadece beyaz elitlerin değil, çok kültürlü bir dünyanın da sesi olabileceğini gösteriyor.
Sosyal Medya: Zenginliğin Demokratikleştiği mi, Simüle Edildiği mi?
Instagram çağında herkes biraz “zengin gibi” giyinebiliyor. Taklit markalar, kiralık lüks ürünler veya “dupe” kültürü, sınıf sınırlarını görsel olarak bulanıklaştırıyor. Ancak bu demokratikleşme yanıltıcıdır; çünkü asıl güç hâlâ mülkiyettedir. Bir kişi Chanel çanta kiralayabilir ama Chanel hissedarı değildir. Böylece tüketim biçimi, ekonomik gerçeği gizleyen bir performansa dönüşür.
Bu durum özellikle genç kadınlarda baskı yaratır. “Influencer estetiği” adı verilen bu görünüm, markalı giyinmeyi “normal” hâle getirir. Kadınlar, sosyal medyada yer bulabilmek için ekonomik sınırlarını zorlayabilir. Bu, görünüşte özgürlük gibi görünse de aslında sistemin yeniden üretimidir. Zenginlik estetiği, alt sınıfları “taklitçi” konumuna iter.
Erkeklerin Çözüm Odaklı Yaklaşımı: Erişimi Dönüştürmek
Bazı erkekler, özellikle iş dünyasında, modayı statü değil, fırsat eşitliği aracı olarak görmeye başladı. Sosyal girişimci Patrick Grant’in öncülük ettiği “Community Clothing” gibi projeler, kaliteyi ulaşılabilir kılmayı hedefliyor. Bu yaklaşım, markayı “sınıfsal bariyer” olmaktan çıkarıp “sürdürülebilir değer”e dönüştürüyor. Moda artık sadece zenginlerin değil, adil üretim zincirlerinin meselesi olmalı.
Benzer şekilde, erkeklerin minimalist tarzı da bir direnç biçimi olabilir. Gösterişten uzak, etik üretim tercihleri; “moda = statü” anlayışını sorgular. Bu duruş, kadınların üzerindeki “görünme baskısı”na da dolaylı bir destek sağlar. Erişim ve adalet kavramları, lüksün geleceğini yeniden tanımlayabilir.
Peki, Moda Gerçekten Kime Hizmet Ediyor?
Zenginlerin hangi markayı giydiği, aslında toplumun kime değer verdiğini gösterir. Bir markanın fiyat etiketi, çoğu zaman bir kimlik bedelidir. Moda, eşitsizlikleri görünmez kılarken aynı zamanda onları estetikleştirir. Ancak her nesil, bu görünürlüğü yeniden tanımlar. Bugün bir genç, ikinci el Prada giyip “anti-lüks” bir mesaj verebilir; bir kadın, yerel bir tasarımcıyı seçerek “dayanışma”yı moda hâline getirebilir.
Toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf birbirine dokunan üç çizgidir; markalar bu çizgilerin arasında dolaşırken, bireyler kendi hikâyelerini yazar. Belki de asıl soru şudur: “Gerçek zenginlik, markada mı yoksa temsil ettiği dünyayı değiştirme cesaretinde mi?”
Tartışma için Sorular:
- Sizce marka giyimi, kimlik inşasında ne kadar belirleyici?
- Lüks tüketim, toplumda sınıf farklarını azaltır mı yoksa derinleştirir mi?
- Erkeklerin sade, kadınların ise gösterişli giyinmesinin ardında hangi tarihsel baskılar yatıyor?
- Sosyal medya çağında “zenginlik” ne kadar sahici?
Kaynaklar ve Notlar:
- Pierre Bourdieu, Distinction: A Social Critique of the Judgement of Taste (1984)
- Thorstein Veblen, The Theory of the Leisure Class (1899)
- Naomi Wolf, The Beauty Myth (1990)
- The Fashion Spot Diversity Report (2018)
- Rihanna, Fenty markası üzerine Vogue röportajı (2019)
Kişisel not: Gözlemlediğim her markalı çanta, her sade tişört aslında bir “hikâye” taşıyor. Kimileri için koruma, kimileri için meydan okuma. Belki de hepimizin giysileri, bu sistemde kendi yerimizi bulma çabamızın bir yansıması.