Marmara Üniversitesi'nde Nasıl Yazılır?
Bir Hikâye ile Başlayalım...
Merhaba, bir hikâye anlatmak istiyorum. Bu yazıyı okurken bir an için kendinizi başkarakterlerin yerine koyun. Şehirdeki gürültüye aldırış etmeden, Marmara Üniversitesi'nin geniş kampüsünde adım adım yürüyorsunuz. Her köşe başında bir anı, bir sohbet, bir soru sizi bekliyor. Ama asıl soruyu sorduklarında, kimse sizi hazırlıklı görmüyor. “Marmara Üniversitesi’nde nasıl yazılır?”
Hikâyenin başında, Ahmet ve Elif vardı. Ahmet, Marmara Üniversitesi’nin ekonomi bölümünde son sınıf öğrencisi, Elif ise psikoloji bölümünde ikinci sınıfı bitirmişti. Bir gün, ders aralarında bir kafede karşılaştılar.
Ahmet'in Çözüm Odaklı Yöntemi
Ahmet, soruyu duyduğu an oldukça pragmatik bir şekilde yaklaşmayı tercih etti. “Yazmak, net bir hedef belirlemekle başlar” dedi. “İlk başta akademik metnin formasyonunu bilmelisin, sonra o formu içeriğe oturtmak gerekir. Mesela referanslar, kaynaklar, alıntılar... Her şeyin yerli yerinde olması gerekiyor. Bir strateji kurmalısın, düşüncelerin sırasını doğru yerleştirmelisin. Bir plan yapıp, her aşamayı tek tek geçmelisin.”
Ahmet'in yaklaşımı, tamamen çözüm odaklıydı. Ne yapılması gerektiğini anlamak için olayları adım adım çözüyordu. Kafasında oluşturduğu plan, ona bir tür güven veriyordu. Elif, Ahmet’in söylediklerini dikkatle dinledikten sonra, az önce duyduğu çözüm odaklı yaklaşım hakkında düşünmeye başladı. Ahmet’in önerdiği gibi, yazının formunu oluşturmak gerçekten önemliydi ama... bir şey eksikti.
Elif'in Empatik Yaklaşımı
Elif, Ahmet’in metin yazımındaki stratejisine karşın, daha çok sürecin ruhsal ve sosyal yönlerine dikkat ediyordu. Yazının anlamının yalnızca kelimelerle ilgili olmadığını, yazılanın “kim” tarafından yazıldığının da önemli olduğunu savunuyordu. "Yazmak, aslında bir ilişki kurmaktır," dedi Elif. "Yazarken, yalnızca kendinle değil, okuyucu ile de bir bağ kurarsın. Eğer yazdığın metin, bir kişi ya da toplulukla empatik bir ilişki kuramıyorsa, en düzgün yazılmış cümleler bile havada kalabilir."
Elif, yazının yalnızca teknik kısmı ile değil, duygusal yanıyla da ilgileniyordu. Onun için yazmak, yalnızca bilgiyi aktarmaktan ibaret değildi; insanın kalbine, zihnine, ruhuna dokunan bir iletişim biçimiydi. Yazının, yazarın kendisini anlaması ve ardından okuyucunun o dünyayı hissetmesi gerekiyordu.
Yazmanın Tarihsel ve Toplumsal Boyutları
Ahmet ve Elif’in sohbeti, yalnızca bireysel düşüncelerin çatışması değildi. Aynı zamanda toplumsal ve tarihsel bir bakış açısının da yansımasıydı. Ahmet’in stratejik yaklaşımı, Batı'nın sanayi devriminden sonra şekillenen mantıklı, ölçülebilir düşünme biçimlerine bir gönderme gibiydi. Her şeyin bir plan, bir sistem gerektirdiği düşüncesi, toplumsal olarak toplumun üretkenliğini artırmaya yönelik bir strateji olarak gelişti. İşte bu yüzden yazma eylemi de bir tür organize süreç haline geldi.
Öte yandan Elif’in duygusal yaklaşımı, yazının duygusal yönüne dikkat çekiyordu. Tarih boyunca yazma, insanın içsel dünyasını, toplumsal yapıları anlaması için bir araç olmuştur. Edebiyat, toplumsal değişimlerin ve bireysel varoluşların ifadesi olmuştur. Yazarken, bir anlam yaratmak, bir duygu yaratmak tarihsel olarak önemli olmuştur.
Marmara Üniversitesi’nde yazmak, yalnızca kelimeleri dizmek değil; bir anlam ve bağ kurma sürecidir. Bu da aslında bir tür tarihsel dönüşümün parçasıdır. Bugün, akademik yazı sadece bir teknik gereklilik değil, aynı zamanda bir ifade biçimi, bir toplumsal bilinç oluşturma çabasıdır.
Düşünmeye Davet: Ahmet ve Elif’in Farklı Yaklaşımları Sizin İçin Ne İfade Ediyor?
Şimdi gelin, siz de düşünün. Ahmet ve Elif’in yazma stratejileri sizin için ne ifade ediyor? Akademik yazıda daha çok çözüm odaklı mı oluyorsunuz, yoksa yazdığınızda toplumsal bir bağ kurma mı önceliğiniz? Belki de ikisinin birleşiminden doğan bir denge en verimli yol olabilir. Yazıyı sadece bir araç olarak değil, aynı zamanda bir etkileşim olarak görmenin faydalarını hiç düşündünüz mü?
Bazen yazmak, yalnızca öğrenmek değil, aynı zamanda başkalarıyla bir ilişki kurmak, onların dünyasına girmek demektir. Marmara Üniversitesi gibi bir yerde, yalnızca akademik bilgilerle değil, insan ilişkileriyle de besleniyorsunuz. Yazarken, sadece kelimeleri değil, hisleri de doğru yerleştirmek, anlatmak istediklerinizle okuyucuyu buluşturmak, bu süreci çok daha anlamlı hale getirebilir.
Peki ya siz, yazarken hangi yaklaşımı benimsiyorsunuz?
Bir Hikâye ile Başlayalım...
Merhaba, bir hikâye anlatmak istiyorum. Bu yazıyı okurken bir an için kendinizi başkarakterlerin yerine koyun. Şehirdeki gürültüye aldırış etmeden, Marmara Üniversitesi'nin geniş kampüsünde adım adım yürüyorsunuz. Her köşe başında bir anı, bir sohbet, bir soru sizi bekliyor. Ama asıl soruyu sorduklarında, kimse sizi hazırlıklı görmüyor. “Marmara Üniversitesi’nde nasıl yazılır?”
Hikâyenin başında, Ahmet ve Elif vardı. Ahmet, Marmara Üniversitesi’nin ekonomi bölümünde son sınıf öğrencisi, Elif ise psikoloji bölümünde ikinci sınıfı bitirmişti. Bir gün, ders aralarında bir kafede karşılaştılar.
Ahmet'in Çözüm Odaklı Yöntemi
Ahmet, soruyu duyduğu an oldukça pragmatik bir şekilde yaklaşmayı tercih etti. “Yazmak, net bir hedef belirlemekle başlar” dedi. “İlk başta akademik metnin formasyonunu bilmelisin, sonra o formu içeriğe oturtmak gerekir. Mesela referanslar, kaynaklar, alıntılar... Her şeyin yerli yerinde olması gerekiyor. Bir strateji kurmalısın, düşüncelerin sırasını doğru yerleştirmelisin. Bir plan yapıp, her aşamayı tek tek geçmelisin.”
Ahmet'in yaklaşımı, tamamen çözüm odaklıydı. Ne yapılması gerektiğini anlamak için olayları adım adım çözüyordu. Kafasında oluşturduğu plan, ona bir tür güven veriyordu. Elif, Ahmet’in söylediklerini dikkatle dinledikten sonra, az önce duyduğu çözüm odaklı yaklaşım hakkında düşünmeye başladı. Ahmet’in önerdiği gibi, yazının formunu oluşturmak gerçekten önemliydi ama... bir şey eksikti.
Elif'in Empatik Yaklaşımı
Elif, Ahmet’in metin yazımındaki stratejisine karşın, daha çok sürecin ruhsal ve sosyal yönlerine dikkat ediyordu. Yazının anlamının yalnızca kelimelerle ilgili olmadığını, yazılanın “kim” tarafından yazıldığının da önemli olduğunu savunuyordu. "Yazmak, aslında bir ilişki kurmaktır," dedi Elif. "Yazarken, yalnızca kendinle değil, okuyucu ile de bir bağ kurarsın. Eğer yazdığın metin, bir kişi ya da toplulukla empatik bir ilişki kuramıyorsa, en düzgün yazılmış cümleler bile havada kalabilir."
Elif, yazının yalnızca teknik kısmı ile değil, duygusal yanıyla da ilgileniyordu. Onun için yazmak, yalnızca bilgiyi aktarmaktan ibaret değildi; insanın kalbine, zihnine, ruhuna dokunan bir iletişim biçimiydi. Yazının, yazarın kendisini anlaması ve ardından okuyucunun o dünyayı hissetmesi gerekiyordu.
Yazmanın Tarihsel ve Toplumsal Boyutları
Ahmet ve Elif’in sohbeti, yalnızca bireysel düşüncelerin çatışması değildi. Aynı zamanda toplumsal ve tarihsel bir bakış açısının da yansımasıydı. Ahmet’in stratejik yaklaşımı, Batı'nın sanayi devriminden sonra şekillenen mantıklı, ölçülebilir düşünme biçimlerine bir gönderme gibiydi. Her şeyin bir plan, bir sistem gerektirdiği düşüncesi, toplumsal olarak toplumun üretkenliğini artırmaya yönelik bir strateji olarak gelişti. İşte bu yüzden yazma eylemi de bir tür organize süreç haline geldi.
Öte yandan Elif’in duygusal yaklaşımı, yazının duygusal yönüne dikkat çekiyordu. Tarih boyunca yazma, insanın içsel dünyasını, toplumsal yapıları anlaması için bir araç olmuştur. Edebiyat, toplumsal değişimlerin ve bireysel varoluşların ifadesi olmuştur. Yazarken, bir anlam yaratmak, bir duygu yaratmak tarihsel olarak önemli olmuştur.
Marmara Üniversitesi’nde yazmak, yalnızca kelimeleri dizmek değil; bir anlam ve bağ kurma sürecidir. Bu da aslında bir tür tarihsel dönüşümün parçasıdır. Bugün, akademik yazı sadece bir teknik gereklilik değil, aynı zamanda bir ifade biçimi, bir toplumsal bilinç oluşturma çabasıdır.
Düşünmeye Davet: Ahmet ve Elif’in Farklı Yaklaşımları Sizin İçin Ne İfade Ediyor?
Şimdi gelin, siz de düşünün. Ahmet ve Elif’in yazma stratejileri sizin için ne ifade ediyor? Akademik yazıda daha çok çözüm odaklı mı oluyorsunuz, yoksa yazdığınızda toplumsal bir bağ kurma mı önceliğiniz? Belki de ikisinin birleşiminden doğan bir denge en verimli yol olabilir. Yazıyı sadece bir araç olarak değil, aynı zamanda bir etkileşim olarak görmenin faydalarını hiç düşündünüz mü?
Bazen yazmak, yalnızca öğrenmek değil, aynı zamanda başkalarıyla bir ilişki kurmak, onların dünyasına girmek demektir. Marmara Üniversitesi gibi bir yerde, yalnızca akademik bilgilerle değil, insan ilişkileriyle de besleniyorsunuz. Yazarken, sadece kelimeleri değil, hisleri de doğru yerleştirmek, anlatmak istediklerinizle okuyucuyu buluşturmak, bu süreci çok daha anlamlı hale getirebilir.
Peki ya siz, yazarken hangi yaklaşımı benimsiyorsunuz?