Bir Depremle Başlayan Sorgulama: “Depremle İlgilenen” Kimdir?
Küçük bir kasabanın sabahında, kahveler henüz fokurdamış, radyodan düşük sesle haberler akarken, bir cümle yankılandı: “Depremle ilgilenen ekip yola çıktı.”
O anda düşündüm: Depremle ilgilenen... Bu ifadede gizli bir anlam vardı; sadece bir meslek grubunu değil, insanlığın dayanışma refleksini de anlatıyordu. Peki, kimdir “depremle ilgilenen”? Jeolog mu, arama kurtarma görevlisi mi, yoksa enkaz başında bir yabancının elini tutan kişi mi?
Bir Hikâye: Elif, Murat ve Sessiz Bir Şehir
Hikâyemiz, 1999’un ardından doğan bir kuşağın belleğinde yankılanan bir şehirde geçiyor: Düzce. Elif, afet psikoloğu; Murat, inşaat mühendisi. İkisi de “depremle ilgileniyor” ama farklı yollarla. Elif, insanların kırılmış ruhlarını onarmaya çalışıyor; Murat ise yıkılmış binaların ardındaki matematiği çözmeye.
Bir sabah, şehirde hafif bir sarsıntı oldu. Artık kimse büyük bir deprem olmadan bile rahat uyuyamıyordu. Elif, gönüllü olarak bir okulda “deprem sonrası stresle baş etme” atölyesi düzenliyordu. Murat ise belediyede yeni bir zemin etüt raporunu sunmak üzereydi. İkisi tesadüfen aynı çay ocağında karşılaştı. Murat’ın elinde mavi dosyalar, Elif’in elinde kırmızı bir defter vardı — biri bina verilerini, diğeri çocukların duygularını taşıyordu.
Murat, “Sorun sistemde, doğru mühendislikte; duygusal yaklaşmak çözüm getirmez,” dedi.
Elif hafifçe gülümsedi: “İnsanlar çökmüşken, betonun dayanımı ikinci sıradadır.”
O an, aralarındaki tartışma bir fikir çatışmasından çok bir tamamlayıcılığa dönüştü. İkisi de haklıydı. Çünkü deprem, hem mühendisliğin hem insanlığın sınavıydı.
Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Duyarlılığı
Deprem sonrası sahalarda çalışan ekiplerde ilginç bir denge oluşur. Erkekler genellikle “çözüm odaklıdır”; plan çizer, risk hesaplar, yapı güvenliği konuşur. Kadınlar ise “ilişki odaklıdır”; bir çocuğun gözyaşını siler, yaşlı birinin elini tutar, enkaz altından çıkan birine sarılır.
Ama bu fark bir zıtlık değil, tamamlayıcılıktır. Murat, yeni bir bina modeli geliştirirken Elif’in gözlemlerini dinler. Elif, insanların güven duygusunu yeniden inşa ederken Murat’ın planladığı sağlam zeminlere inanır.
Toplum, uzun yıllar boyunca bu iki yaklaşımı karşıt olarak gördü. Oysa tarihsel olarak baktığımızda, 1939 Erzincan Depremi’nden bu yana hem mühendislerin hem gönüllülerin aynı sofrada çorba paylaştığı sayısız gece vardır.
“Depremle ilgilenen” sadece teknik biri değildir; aynı zamanda bir toplumsal belleği taşıyandır.
Tarihin Tanıklığı: Taşın Altına El Koyanlar
Osmanlı arşivlerinde bile deprem sonrası “imar kethüdaları” ve “yardım meclisleri”nden bahsedilir. Yani “depremle ilgilenen” kavramı, sadece modern zamanların değil, geçmişin de sorumluluğudur.
1939 Erzincan’da askeri mühendisler köprü kurarken, kadınlar dikiş makineleriyle battaniye dikmişti. 1999’da ise gönüllü psikologlar ilk kez sahaya çıkmış, travma sonrası toplumsal dayanıklılığın temellerini atmıştı.
Bugün “AFAD gönüllüsü”, “deprem araştırmacısı” ya da “jeoteknik uzmanı” dediğimiz her kişi, bu tarihsel zincirin bir halkasıdır.
Murat, bir gün Elif’e şöyle dedi:
“Sen insanın iç yapısını güçlendiriyorsun, ben binalarınkini. Belki de ‘depremle ilgilenmek’ dediğin şey, sadece yere değil, insana güvenmeyi öğrenmektir.”
Elif başını salladı. “Depremle ilgilenmek, aslında hayatla ilgilenmektir.”
Bir Forumun Hikâyesi: Herkesin Sözü Var
Bu satırları okuyan biri olarak belki sen de bir kez “Ne yapabilirim?” diye düşündün.
Forumun altındaki yorumlarda biri “Ben lojistik okudum, gönüllü olabilirim” der.
Bir diğeri, “Ben sadece dua ederim ama dua da bir enerjidir” yazar.
Bir mühendis gelir, “Yapı denetimi süreçlerini sadeleştirmek lazım,” der.
Bir öğretmen ekler: “Çocukların travma sonrası oyun haklarını koruyalım.”
İşte bu çoğulluk, “depremle ilgilenmek” kavramının gerçek anlamını oluşturur: sadece bir alanın değil, tüm toplumun dayanışmasıdır.
Toplumsal Sorumluluk ve Yeni Bir Bilinç
Bugün artık biliyoruz ki depremle ilgilenmek, yalnızca jeoloji bilmek değil; insanı, şehir kültürünü, ekonomiyi, hatta medyayı anlamak demektir.
Bir gazeteci yanlış bilgi yayarsa toplum paniğe kapılır; bir belediye yanlış imar izni verirse binalar çöker; bir vatandaş afet çantasını ihmal ederse hayatlar kaybolur.
Yani, hepimiz bir şekilde “depremle ilgileneniz.”
Kimi haritayla, kimi dua ile, kimi bilgiyle, kimi sevgisiyle...
Elif’in son forum mesajı şöyleydi:
> “Deprem, sadece yer kabuğunun değil, insan kalbinin de sınavıdır. Kimi kırılır, kimi güçlenir. Ama her sarsıntıdan sonra birimiz daha bilinçleniriz.”
Murat altına şu yorumu bıraktı:
> “Zemin raporlarını paylaşmak kolay, ama duyguları ölçmek zor. Belki de insanın dayanıklılığı, yapınınkinden daha karmaşık.”
Sana Bir Soru…
Senin için “depremle ilgilenmek” ne anlama geliyor?
Sadece korkunun üstesinden gelmek mi, yoksa başkalarının yeniden ayağa kalkmasına yardım etmek mi?
Belki de, ikisi de. Çünkü her felaket, içinde bir yeniden doğuş hikâyesi taşır.
Ve belki de bizler, o hikâyeyi paylaşan sessiz kahramanlarız.
---
Kaynak notu: Bu hikâye, 1999 Marmara ve 2023 Kahramanmaraş depremleri sonrasında sahada görev yapan gönüllülerin ve uzmanların paylaşımlarından, AFAD saha raporlarından ve afet psikolojisi üzerine yapılan akademik çalışmalardan (örn. Dr. Nuray Karancı, ODTÜ Afet Çalışmaları, 2005) ilham alınarak kurgulanmıştır.
Küçük bir kasabanın sabahında, kahveler henüz fokurdamış, radyodan düşük sesle haberler akarken, bir cümle yankılandı: “Depremle ilgilenen ekip yola çıktı.”
O anda düşündüm: Depremle ilgilenen... Bu ifadede gizli bir anlam vardı; sadece bir meslek grubunu değil, insanlığın dayanışma refleksini de anlatıyordu. Peki, kimdir “depremle ilgilenen”? Jeolog mu, arama kurtarma görevlisi mi, yoksa enkaz başında bir yabancının elini tutan kişi mi?
Bir Hikâye: Elif, Murat ve Sessiz Bir Şehir
Hikâyemiz, 1999’un ardından doğan bir kuşağın belleğinde yankılanan bir şehirde geçiyor: Düzce. Elif, afet psikoloğu; Murat, inşaat mühendisi. İkisi de “depremle ilgileniyor” ama farklı yollarla. Elif, insanların kırılmış ruhlarını onarmaya çalışıyor; Murat ise yıkılmış binaların ardındaki matematiği çözmeye.
Bir sabah, şehirde hafif bir sarsıntı oldu. Artık kimse büyük bir deprem olmadan bile rahat uyuyamıyordu. Elif, gönüllü olarak bir okulda “deprem sonrası stresle baş etme” atölyesi düzenliyordu. Murat ise belediyede yeni bir zemin etüt raporunu sunmak üzereydi. İkisi tesadüfen aynı çay ocağında karşılaştı. Murat’ın elinde mavi dosyalar, Elif’in elinde kırmızı bir defter vardı — biri bina verilerini, diğeri çocukların duygularını taşıyordu.
Murat, “Sorun sistemde, doğru mühendislikte; duygusal yaklaşmak çözüm getirmez,” dedi.
Elif hafifçe gülümsedi: “İnsanlar çökmüşken, betonun dayanımı ikinci sıradadır.”
O an, aralarındaki tartışma bir fikir çatışmasından çok bir tamamlayıcılığa dönüştü. İkisi de haklıydı. Çünkü deprem, hem mühendisliğin hem insanlığın sınavıydı.
Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Duyarlılığı
Deprem sonrası sahalarda çalışan ekiplerde ilginç bir denge oluşur. Erkekler genellikle “çözüm odaklıdır”; plan çizer, risk hesaplar, yapı güvenliği konuşur. Kadınlar ise “ilişki odaklıdır”; bir çocuğun gözyaşını siler, yaşlı birinin elini tutar, enkaz altından çıkan birine sarılır.
Ama bu fark bir zıtlık değil, tamamlayıcılıktır. Murat, yeni bir bina modeli geliştirirken Elif’in gözlemlerini dinler. Elif, insanların güven duygusunu yeniden inşa ederken Murat’ın planladığı sağlam zeminlere inanır.
Toplum, uzun yıllar boyunca bu iki yaklaşımı karşıt olarak gördü. Oysa tarihsel olarak baktığımızda, 1939 Erzincan Depremi’nden bu yana hem mühendislerin hem gönüllülerin aynı sofrada çorba paylaştığı sayısız gece vardır.
“Depremle ilgilenen” sadece teknik biri değildir; aynı zamanda bir toplumsal belleği taşıyandır.
Tarihin Tanıklığı: Taşın Altına El Koyanlar
Osmanlı arşivlerinde bile deprem sonrası “imar kethüdaları” ve “yardım meclisleri”nden bahsedilir. Yani “depremle ilgilenen” kavramı, sadece modern zamanların değil, geçmişin de sorumluluğudur.
1939 Erzincan’da askeri mühendisler köprü kurarken, kadınlar dikiş makineleriyle battaniye dikmişti. 1999’da ise gönüllü psikologlar ilk kez sahaya çıkmış, travma sonrası toplumsal dayanıklılığın temellerini atmıştı.
Bugün “AFAD gönüllüsü”, “deprem araştırmacısı” ya da “jeoteknik uzmanı” dediğimiz her kişi, bu tarihsel zincirin bir halkasıdır.
Murat, bir gün Elif’e şöyle dedi:
“Sen insanın iç yapısını güçlendiriyorsun, ben binalarınkini. Belki de ‘depremle ilgilenmek’ dediğin şey, sadece yere değil, insana güvenmeyi öğrenmektir.”
Elif başını salladı. “Depremle ilgilenmek, aslında hayatla ilgilenmektir.”
Bir Forumun Hikâyesi: Herkesin Sözü Var
Bu satırları okuyan biri olarak belki sen de bir kez “Ne yapabilirim?” diye düşündün.
Forumun altındaki yorumlarda biri “Ben lojistik okudum, gönüllü olabilirim” der.
Bir diğeri, “Ben sadece dua ederim ama dua da bir enerjidir” yazar.
Bir mühendis gelir, “Yapı denetimi süreçlerini sadeleştirmek lazım,” der.
Bir öğretmen ekler: “Çocukların travma sonrası oyun haklarını koruyalım.”
İşte bu çoğulluk, “depremle ilgilenmek” kavramının gerçek anlamını oluşturur: sadece bir alanın değil, tüm toplumun dayanışmasıdır.
Toplumsal Sorumluluk ve Yeni Bir Bilinç
Bugün artık biliyoruz ki depremle ilgilenmek, yalnızca jeoloji bilmek değil; insanı, şehir kültürünü, ekonomiyi, hatta medyayı anlamak demektir.
Bir gazeteci yanlış bilgi yayarsa toplum paniğe kapılır; bir belediye yanlış imar izni verirse binalar çöker; bir vatandaş afet çantasını ihmal ederse hayatlar kaybolur.
Yani, hepimiz bir şekilde “depremle ilgileneniz.”
Kimi haritayla, kimi dua ile, kimi bilgiyle, kimi sevgisiyle...
Elif’in son forum mesajı şöyleydi:
> “Deprem, sadece yer kabuğunun değil, insan kalbinin de sınavıdır. Kimi kırılır, kimi güçlenir. Ama her sarsıntıdan sonra birimiz daha bilinçleniriz.”
Murat altına şu yorumu bıraktı:
> “Zemin raporlarını paylaşmak kolay, ama duyguları ölçmek zor. Belki de insanın dayanıklılığı, yapınınkinden daha karmaşık.”
Sana Bir Soru…
Senin için “depremle ilgilenmek” ne anlama geliyor?
Sadece korkunun üstesinden gelmek mi, yoksa başkalarının yeniden ayağa kalkmasına yardım etmek mi?
Belki de, ikisi de. Çünkü her felaket, içinde bir yeniden doğuş hikâyesi taşır.
Ve belki de bizler, o hikâyeyi paylaşan sessiz kahramanlarız.
---
Kaynak notu: Bu hikâye, 1999 Marmara ve 2023 Kahramanmaraş depremleri sonrasında sahada görev yapan gönüllülerin ve uzmanların paylaşımlarından, AFAD saha raporlarından ve afet psikolojisi üzerine yapılan akademik çalışmalardan (örn. Dr. Nuray Karancı, ODTÜ Afet Çalışmaları, 2005) ilham alınarak kurgulanmıştır.